Connect with us

BİLİM VE TEKNOLOJİ

KALBİN NÖRONLARI

Published

on

 

Hayatımızda birçok kritik noktada ‘KALBİNİN SESİNİ DİNLE!’ diyenler acaba haklı mı? Gelin buna bilimsel kanıtlara dayanan veriler ile göz atalım;

Dünya çapında birçok bilim insanı tarafından, kalbimiz ve beynimiz arasındaki bu çok önemli konu hakkında araştırmalar yapılmış, tüm dünyanın merak konusu olan konu bilimle netlik kazanmıştır. HeartMath Enstitüsü, yaptığı bilimsel araştırmalarla kalbin zekâsı olduğunu artık kanıtladı. 

İşte bu araştırmaya göre; kalbimizin beynimize gönderdiği sinyaller, beynimizin kalbimize gönderdiği sinyallerden çok daha fazla. Sadece kalp, beyin tarafından gönderilen sinyallere tepki vermiyor, beyin de kalp tarafından gönderilen sinyallere tepki gösteriyor. Fiziksel aktivite, yüksek tempolu yürüyüş, koşu, egzersiz, solunum şekli, heyecan, korku gibi kalp atışına etken olan bütün kavramlar arasında, kalbin en büyük tepkileri ”duygular” anında meydana geliyor. Böylece duygusal değişkenlik gösteren hallerimiz, kalbin tepkisini en çok arttıran şeyler arasında. Kalp ritmi en düzgün olan insanların; sakin, mutlu, endişesiz, ruhsal acısız, kısacası duygusal anlamda denge sahibi olan bireylerde olduğu ve ayrıca kalbin kan dolaşımını sağlaması dışında ilginç ve yeni yönleri gözlemlenmiştir. Buna göre kalbin tıpkı beyin gibi kendine has çok kompleks bir sinir sistemi var. Yani kendine has bir nörapatik sisteme sahiptir. 40.000’den fazla olan bu nöronlar, kalbin kendisine ait ‘küçük bir beyin’ olarak tanımlanıyor. Kalbin çeşitli hormonal durumları, nöro taşıyıcılar tarafından beyne iletiliyor ve beyin sistemini etkiliyor. Örnek vermemiz gerekirse, sevgi hormonunun da çıkış yeri kalp. Araştırmada yer alan makaleye göre, tarih boyunca insanların kalbe yükledikleri anlamın aksine modern bilim şu ana kadar kalbi, beynin ürettiği duygulara tepki veren bir organ olarak tanımlıyordu. Yeni buluntular bu araştırmalara farklı bir yön verdi ve kalbin bildiklerimizden çok daha fazla fonksiyona sahip olduğu yönünde yeni çalışmalar başlatıldı. Bu hususta da beynin kalp ile bağlantısını sağlayan karmaşık ağ önemli bir nitelik taşıyor. Dr. Rollin McCraty tarafından yapılan bir çalışmada, 26 katılımcıya 30 adet resim gösterilmiş. Bu resimlerden bazılarında saldıran bir yılan, araba kazası gibi duygusal olarak yüksek uyarıcı, bazılarında ise doğa manzarası gibi uyarıcıları nötr olan görsellere yer verilmiş. Katılımcıların EEG ile beyin dalgaları ve EKG ile kalp atışları takip edilmiş. Katılımcılar önlerindeki mouse’a tıkladıktan 6 sn. sonra, 3 sn. süreyle rastgele bir resim gösterilip, ardından ekran 10 sn. karartılıp sonra tekrar tuşa basmaları istenmiş ve bu işlem 30 kez tekrar edilmiş. Sonuçlar incelendiğinde ise; bilginin önce kalbe geldiği, oradan beynimize iletildiği ve vücudun en son bunlara tepki verdiği görülmüş. Oldukça tanıdık bir durum değil mi? Eğer gösterilen resim, yüksek uyarıcı bir resim ise; kalp resim görünmeden önce 5 saniyeliğine yavaşlıyor ve eğer düşük uyarıcı bir resimse kalp hızlanmaya başlıyordu. 

Genel olarak nöro-kardiyolojik çalışmalarda kalp ile ilgili verilen bilgiler şöyle:

  • Kalbimiz beyinden ve otonom sinir sistemimizden bağımsız olarak 40.000 nörondan oluşan bir ağa sahiptir.
  • Kalbimizin manyetik alanı beynimizinkinden 5.000 kez daha güçlü ve vücuttan birkaç metre uzaktan ölçülebiliyor.
  • Duygularımıza göre değişen elektromanyetik dalgalar yayan bir kalbimiz var.
  • Kalbimizin beynimize, beynimizin kalbimize gönderdiğinden daha fazla sinyal göndermektedir ve bu sinyaller duygusal deneyimlerimizi etkilemektedir. 
  • Kalp sinir sisteminde, aynı beyindeki gibi, tüm vücut üzerinde bir etkiye sahip çeşitli nörotransmitterler ve hormonlar salgılanır: noradrenalin, dopamin ve oksitosin bu hormonların en önemlileridir.
  • Anne rahmine düşen zigotta, beyinden önce kalp oluşur ve atmaya başlar. Annenin beyin dalgaları bebeğin kalp atımlarıyla senkronizedir.

HeartMath araştırması, farklı duygusal durumlara eşlik eden, farklı kalp aktivitesi kalıplarının bilişsel ve duygusal işlevler üzerinde farklı etkileri olduğunu göstermiştir. Stres ve olumsuz duygular sırasında, kalp ritmi kalıbı düzensiz ve istikrasız olduğunda, kalpten beyne giden karşılık gelen sinir sinyalleri kalıbı daha yüksek bilişsel işlevleri engeller. Bu, net düşünme, hatırlama, öğrenme, akıl yürütme ve etkili kararlar alma yeteneğimizi sınırlar. (Bu, stres altındayken neden sıklıkla dürtüsel ve akılsızca davrandığımızı açıklamaya yardımcı olur.) Stresli veya olumsuz duygular sırasında kalbin beyne girdisi, beynin duygusal süreçleri üzerinde de derin bir etkiye sahiptir; aslında stresin duygusal deneyimini güçlendirmeye hizmet eder.

Buna karşılık, pozitif duygusal durumlar sırasında kalbin beyne girdisinin daha düzenli ve istikrarlı örüntüsü tam tersi bir etkiye sahiptir; bilişsel işlevi kolaylaştırır ve pozitif hisleri ve duygusal istikrarı güçlendirir. Bu, pozitif duyguları sürdürerek artan kalp ritmi tutarlılığı üretmeyi öğrenmenin yalnızca tüm vücuda fayda sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda nasıl algıladığımızı, düşündüğümüzü, hissettiğimizi ve performans gösterdiğimizi de derinden etkilediği anlamına gelir.

Kalbin Sesini Duymak;

Aslında kalbimiz bize doğruyu söylüyor, bizim yapmamız gereken bu sese kulak vermek ve onu anlamak. Çünkü o bizimle sürekli iletişimde ve hiç durmadan bizimle konuşuyor. Yaşantımız boyunca karşımıza çıkan seçimlerden biz hangilerini kalbimiz ile seçiyoruz ? Bu seçimlerimiz bize huzur veren, mutlu edip bizi kalben tatmin eden seçimlerimiz mi ? Yoksa mantık çerçevesindeki seçim gördüğümüz eleştiri-yargılanma-dışlanma endişesiyle, aile ve toplumda kabul görmek adına kalbimizi dinlemeden acaba sorusu içimizde kalanlar mı? İşte bu konuda zihin karmaşamız ve dışsal tetikleyiciler aktif iken, kalbimizden gelen o ince cılız iç sesimizi yani kalbimizin sesini duyabilmemiz için yüksek farkındalığa ve kendimizi bulmaya ihtiyacımız var. 

Bu süreçte irade ve farkındalıkla an da kalmamız, nefes egzersizleri ve meditasyon yapmak bize çok yardımcı olacaktır.

BİLİM VE TEKNOLOJİ

TERMAL GÖLGE DENEYİ: Tarihin En Korkunç Bilimsel İzleri

Published

on

By

 

Termal gölge deneyi, modern bilim tarihinin en çarpıcı ve ürkütücü fenomenlerinden birini temsil eder. Bu kavram, yoğun termal radyasyonun (ısı enerjisinin elektromanyetik dalgalar yoluyla yayılması) bir nesne veya insan tarafından engellenerek yüzeylerde kalıcı “gölgeler” bırakması prensibine dayanır. Temel olarak, bir radyasyon kaynağı patladığında yaydığı muazzam ısı ve ışık, yüzeyleri karartır veya beyazlatır; ancak bu enerjinin yolunu kesen bir cisim, o bölgede gölge benzeri bir iz bırakır. Bu etki, optik gölgelerden farklıdır; çünkü sadece ışık değil, termal enerjiyi de içerir ve kalıcı hasar bırakabilir. Termal Gölge Deneyi, II. Dünya Savaşı sırasında ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombalarının yarattığı korkunç sonuçlarla özdeşleşmiştir. Bu deney, nükleer fizik ve radyasyon etkilerinin anlaşılmasında dönüm noktası olmuş, aynı zamanda insanlık tarihinin en trajik olaylarından birinin bilimsel izlerini taşımıştır. Bu makalemizde, deneyin tarihi kökenlerini, bilimsel mekanizmasını, deneysel yeniden üretimlerini ve etik boyutlarını detaylıca inceleyeceğiz.

Nükleer Çağın Karanlık Gölgeleri 

Termal gölge fenomeninin kökeni, 20. yüzyılın ortalarına, Manhattan Projesi’ne dayanır. 1940’larda ABD’de geliştirilen atom bombası, uranyum ve plütonyumun fisyon reaksiyonuyla muazzam enerji salınımı yapıyordu. Bu proje kapsamında, Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’nda fizikçiler kritik kütle deneyleri gerçekleştiriyordu. Ancak asıl “deney”, istemeden de olsa, 1945’te savaş alanında gerçekleşti. 

Hiroşima ve Nagazaki Bombalamaları (1945)

6 Ağustos 1945’te, Hiroşima üzerinde 580 metre yükseklikte patlatılan “Little Boy” bombası, 16 kiloton TNT eşdeğeri enerji üretti. Üç gün sonra 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atılan “Fat Man” bombası ise 21 kilotonluk bir yıkım yarattı. Bu patlamalar sadece patlama dalgası ve radyasyonla değil, aynı zamanda saniyeler süren yoğun termal radyasyonla milyonlarca dereceye ulaşan ısı yaydı. Bu ısı, yüzeyleri anında kararttı veya buharlaştırdı. Patlamalardan sonra hayatta kalanlar ve araştırmacılar, şehirlerdeki beton, taş ve asfalt yüzeylerde “gölgeler” fark etti. Örneğin, Hiroşima’daki Sumitomo Bankası girişindeki taş basamakta, bir kişinin otururken bıraktığı siluet net bir şekilde görünüyordu. Benzer şekilde, bisikletler, merdivenler ve hatta yürüyen insanların gölgeleri, yüzeylerde kalıcı izler bırakmıştı. 1946’da Hiroşima ve Nagazaki’ye gönderilen İngiliz misyonu, bu gölgeleri “makabre ilgi ve hac noktaları” olarak tanımladı ve asfalt yollarda yürüyenlerin anlık gölgelerinin korunduğunu rapor etti. Bu gölgeler, patlamanın hiposentri (merkez noktası) yakınında, yaklaşık 880 metre güneybatısında bile gözlendi. Hiroşima Barış Anıtı Müzesi’nde sergilenen “İnsan Gölgesi Taşı” (Hitokage no Ishi), bu fenomenin en ikonik örneğidir. Taşta, banka açılmasını bekleyen bir kişinin gölgesi, etrafındaki beyazlaşmış alana kontrast oluşturur. Bu izler, patlamanın tam konumunu belirlemede bile kullanıldı. 

Deneyin “Keşfi” ve Sonrası 

Termal gölgeler, aslında bir laboratuvar deneyi değildi; savaşın acımasız bir yan ürünüydü. Ancak patlamalardan sonra, ABD’li ve Japon bilim insanları bu fenomeni inceledi. 1946’da Ulusal Nükleer Bilim ve Tarih Müzesi’nde (Albuquerque, New Mexico) arşivlenen raporlar, bu gölgelerin termal radyasyonun kısa süreli (4 saniyeden az) yüksek sıcaklık (1800°C üzeri) etkisiyle oluştuğunu gösterdi. Gölgeler, nesnelerin buharlaşmadığı, sadece etraflarının “bleaching” (beyazlaşma) etkisiyle kontrast yarattığı anlaşıldı. İnsan vücudunun buharlaşması için gereken sıcaklık, patlamanın yerdeki maksimumundan bile fazlaydı, bu yüzden gölgeler “vaporize edilmiş” kişilerden değil, hayatta kalan nesnelerin korunmasından kaynaklanıyordu. Bu olaylar, nükleer silahsızlanma tartışmalarını tetikledi ve Oppenheimer’ın “Ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi” sözünü yankıladı. Günümüzde, bu gölgeler barış eğitiminin sembolü olarak korunuyor. 

Bilimsel Mekanizma: Radyasyonun Termal İzleri

Termal gölge, termal radyasyonun (kara cisim radyasyonu) bir nesne tarafından emilerek arkasındaki yüzeyin korunması prensibine dayanır. Bilimsel olarak, bu etki şu şekilde açıklanır:

Temel Fizik Prensipleri

  • Termal Radyasyon: Isı enerjisi, elektromanyetik dalgalar (kızılötesi ve görünür ışık) olarak yayılır. Stefan-Boltzmann yasasına göre, bir cismin yaydığı radyasyon gücü P=σAT4P = \sigma A T^4P=σAT⁴ ile orantılıdır (σ\sigmaσ: Stefan sabiti, (A): yüzey alanı, (T): sıcaklık). Atom bombasında, patlama plazması 10.000°C’ye ulaşır ve bu, saniyeler içinde yüzeyleri ısıtır.
  • Gölge Oluşumu: Yoğun radyasyon, yüzeyleri karartır (karbonlaşma) veya beyazlatır (oksidasyon). Bir nesne (insan veya obje) bu radyasyonu emer, arkasındaki yüzeyi korur. Sonuç: Korunmuş alan koyu kalırken, etrafı aydınlanır veya beyazlaşır, kontrast bir “gölge” yaratır.
  • Neden Kalıcıdır?: Patlamanın kısa süresi (mikrosaniyeler) termal difüzyonu engeller; ısı yayılmaz. Gamma radyasyonu da katkı sağlar, ancak termal etki baskındır.

Bu, optik gölgelerden farklıdır: Optik gölge, fotonların engellenmesiyle oluşur; termal gölge ise enerji transferiyle.

Matematiksel Modelleme

Basit bir modelde, radyasyon akısı q=ϵσT4q = \epsilon \sigma T^4q = ϵσ T⁴ ( ϵϵ\epsilon::: emisyon katsayısı). Nesne, akıyı qabsq_{abs}q abs emer, arkasındaki yüzey q=0q = 0q = 0 alır. Deneysel olarak, termal kamera ile yeniden üretilebilir: Güneş gibi bir kaynakta, bir kişi duvara gölge düşürür; termal görüntüde, gölge soğuk (koyu) görünür, çünkü ısı emilmiştir.

Modern Yeniden Üretimler ve Deneyler

Tarihsel olaydan esinlenerek, günümüzde termal gölgeler laboratuvar koşullarında simüle edilir:

  • Termal Kamera Deneyi: Bir kişi, yoğun güneş ışığı altında duvara yaslanır. Termal kamera, gölgenin daha soğuk (koyu) olduğunu gösterir. Bu, Reddit’te viral olan bir videoda gösterildi: Adam, güneşin termal radyasyonunu bloke ederek duvarda “soğuk gölge” bırakır. Bu, atom bombasındaki etkiyi basitleştirir.
  • Lazer ve Plazma Simülasyonları: Nükleer mühendislikte, yüksek enerjili lazerlerle yüzeyler ısıtılır; nesneler gölge bırakır. NASA’nın gölge kalkan analizleri (1969), uzay araçlarında termal radyasyon koruması için benzer prensipleri kullanır.

Bu deneyler, radyasyon güvenliği eğitiminde kullanılır, ancak etik nedenlerle tam ölçekli nükleer simülasyonlar sınırlıdır.

Termal gölge, bilimin yıkıcı gücünü simgeler. Hiroşima’da 140.000, Nagazaki’de 74.000 kişi öldü; gölgeler, hayatta kalanların travmasını temsil eder. Bugün, bu fenomen nükleer silahsızlanmanın sembolüdür. Bilim insanları, Oppenheimer’ın mirasını anarak “bilim için bilim” etiğini vurgular.

Termal Gölge Deneyi, ışığın ve ısının ötesinde, insanlık tarihinin en karanlık derslerinden biridir. Bilimsel olarak büyüleyici olan bu fenomen, savaşın vahşetini hatırlatır ve barışa çağrı yapar. Gelecekte, bu bilgi radyasyon koruması ve uzay araştırmalarında kullanılabilir, ancak unutmamalıyız: Gölgeler, kaybolan hayatların sessiz tanıklarıdır.

Kaynaklar:

  • Hartshorne, M. (2024). “Why did the atomic bomb dropped on Hiroshima leave shadows of people etched on sidewalks?” Live Science. 
  • “Human Shadow Etched in Stone.” Wikipedia. Erişim: 2025. 
  • “Thermal Shadow: The Scariest Science Experiment in History.” History of Yesterday. 
  • “Thermal Shadows Video.” Atomic Archive Media Gallery. 
  • British Mission to Hiroshima and Nagasaki Report (1946). Alıntı: National Museum of Nuclear Science and History. 
  • Reddit Tartışmaları: r/Damnthatsinteresting (2023) ve r/interestingasfuck (2024). 
Continue Reading

BİLİM VE TEKNOLOJİ

YAPAY ZEKÂ / İNSANLIĞIN GELECEĞİNİ ŞEKİLLENDİREN ÇİFT UÇLU KILIÇ 

Published

on

By

 

Bilimsel Açıdan Yapay Zekâ, İnsanlık için Avantajları ve Dezavantajları:

Günümüzün ve insanlığın geleceğini şekillendiren çift uçlu kılıç yapay zekâ, bilgisayar sistemlerinin insan zekâsına özgü görevleri yerine getirebilmesini sağlayan teknolojiler bütünüdür. Öğrenme, problem çözme, karar verme ve algılama gibi yetenekleri taklit eden yapay zekâ, son yıllarda bilim, teknoloji ve toplum üzerinde dönüştürücü bir etkiye sahip olmuştur. Bu makale, yapay zekânın tarihsel gelişimini, bilimsel temellerini, insanlık için sunduğu avantajları ve potansiyel dezavantajlarını detaylı bir şekilde ele alacak, aynı zamanda Türkiye’deki yerli kaynaklardan faydalanarak konuyu yerel bir perspektifle zenginleştirecektir.

Yapay Zekânın Tarihsel Gelişimi

Yapay zekânın temelleri, 20. yüzyılın ortalarına dayanır. 1950 yılında, İngiliz matematikçi Alan Turing, “Makineler düşünebilir mi?” sorusunu ortaya attığı ünlü makalesi ”Computing Machinery and Intelligence” ile AI kavramını tartışmaya açtı. Turing’in önerdiği Turing Testi, bir makinenin insan benzeri zekâya sahip olup olmadığını değerlendirmek için bir kriter olarak kabul edildi.1956’da Dartmouth Konferansı, yapay zekâ teriminin resmi olarak doğduğu etkinlik oldu. John McCarthy, Marvin Minsky ve diğer bilim insanları, makinelerin insan gibi öğrenme yeteneği kazanabileceğini savundu. Ancak erken yapay zekâ çalışmaları, sınırlı bilgi işlem gücü ve veri eksikliği nedeniyle yavaş ilerledi.1980’lerde uzman sistemler ve 1990’larda makine öğrenmesi algoritmalarının gelişimi, yapay zekânın pratik uygulamalarını artırdı. 2010’lardan itibaren derin öğrenme (deep learning) ve büyük veri (big data) teknolojilerinin yükselişi, yapay zekânın modern çağda patlama yapmasını sağladı. Örneğin, 2016’da Google’ın DeepMind projesi olan AlphaGo, dünya Go şampiyonunu yenerek yapay zekânın karmaşık problem çözme yeteneğini kanıtladı. Türkiye’de yapay zekâ çalışmaları, 1990’lardan itibaren akademik çevrelerde başlamış, özellikle Bilkent, ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi gibi kurumlarda yoğunlaşmıştır. 2000’li yıllarda, Türkiye’de savunma sanayi, sağlık ve finans sektörlerinde tabanlı çözümler geliştirilmeye başlandı. Örneğin, TÜBİTAK’ın desteklediği projeler, yerli yapay zekâ teknolojilerinin gelişimine katkıda bulundu.

Yapay Zekânın Bilimsel Temelleri

Yapay zekâ; bilgisayar bilimi, matematik, istatistik ve nörobilim gibi disiplinlerin kesişiminde yer alır. Temel bileşenleri şunlardır:

  • Makine Öğrenmesi (Machine Learning): Verilerden öğrenme yeteneği sağlayan algoritmalar. Denetimli öğrenme, denetimsiz öğrenme ve pekiştirmeli öğrenme gibi alt dalları içerir.
  • Derin Öğrenme (Deep Learning): İnsan beyninden esinlenen yapay sinir ağları (neural networks) ile karmaşık veri modellerini analiz eder.
  • Doğal Dil İşleme (NLP): İnsan dilini anlama ve üretme yeteneği. Örneğin; metin analizi ve sohbet botları.
  • Bilgisayarlı Görü (Computer Vision): Görüntü ve video verilerini işleme, örneğin yüz tanıma sistemleri.
  • Robotik: Fiziksel dünyada otonom hareket eden sistemler.

Yapay zekâ, büyük veri setleri ve yüksek bilgi işlem gücü gerektirir. Modern yapay zekâ modelleri, GPU’lar (grafik işlem birimleri) ve TPU’lar (tensor işlem birimleri) gibi teknolojilerle desteklenir. Türkiye’de bu alanda yapılan çalışmalar, özellikle TÜBİTAK BİLGEM gibi kurumlar aracılığıyla, savunma ve siber güvenlikte yoğunlaşmıştır.

Yapay Zekânın Avantajları

Yapay zekâ, insanlık için çok çeşitli alanlarda dönüştürücü fırsatlar sunar. Aşağıda, bilimsel ve toplumsal perspektiften avantajları detaylıca inceleyelim:

  • Sağlık Sektörü:
    • Yapay zekâ, tıbbi görüntüleme (MRI, CT) analizinde doktorlara yardımcı olur. Örneğin; Meme Kanseri Tespiti için geliştirilen yapay zekâ modelleri, radyologların doğruluk oranını artırır.
    • Türkiye’de Acıbadem Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi’nde yürütülen projeler, yapay zekânın hastalık teşhisinde kullanımını araştırmaktadır.
    • Yapay zekâ destekli ilaç geliştirme, yeni moleküllerin keşfini hızlandırır. Örneğin; DeepMind’ın AlphaFold’u, protein katlanma problemini çözerek ilaç tasarımında çığır açtı.
  • Sanat ve Yaratıcılıkta Artış: 
    • Sanatçılara yeni yaratıcı imkanlar sunarak onların üretim sürecine katkıda bulunur. Dijital sanat ve müzik gibi yaratıcı alanlarda yeni eserler üretilmesine olanak tanır. Yapay zekâ ile sanata yeni alanlar açılabilir. Daha önce yapılmamış insan komutlarıyla ortaya çıkarılan tablolar hem insan ürünü hem de yapay zekâ ürünüdür.
  • Eğitim:
    • Kişiselleştirilmiş öğrenme platformları, öğrencilerin ihtiyaçlarına uygun eğitim sunar. Türkiye’de Bahçeşehir Üniversitesi’nin AI (Yapay zekâ) tabanlı eğitim projeleri, bu alanda örnek teşkil eder.
    • Otomatik sınav değerlendirme ve dil öğrenme uygulamaları, eğitimi daha erişilebilir hale getirir. Uzaktan eğitim ve dijital platformlar sayesinde eğitimde fırsat eşitliği sağlanır.
  • Endüstri ve Ekonomi:
    • Yapay zekâ, üretim süreçlerinde otomasyonu artırır. Türkiye’de savunma sanayinde ASELSAN ve HAVELSAN, AI tabanlı sistemler geliştirir.
    • Lojistik ve tedarik zinciri yönetiminde yapay zekâ, maliyetleri azaltır ve verimliliği artırır.
    • Yapay zekâ, rutin işleri otomatikleştirerek işletmelerin verimliliğini artırır. Süreçlerin hızlı ve hatasız bir şekilde ilerlemesi, iş gücünü daha stratejik görevlere odaklanmaya teşvik eder. Böylece, maliyetler azalırken üretkenlik artar.
  • Bilimsel Araştırmalar:
    • Yapay zekâ, karmaşık veri analizlerini hızlandırır. Örneğin, iklim modellemesi ve genetik araştırmalarda kullanılır.
    • Türkiye’de TÜBİTAK ULAKBİM, bilimsel araştırmalar için yapay zekâ tabanlı veri analizi araçları geliştirmektedir.
  • Toplumsal Faydalar:
    • Yapay zekâ, trafik yönetimi ve akıllı şehir projelerinde kullanılır. İstanbul’da İBB’nin Akıllı Şehir Projeleri, yapay zekâ tabanlı trafik optimizasyonuna örnektir.
    • Afet yönetimi ve kurtarma operasyonlarında yapay zekâ, hızlı müdahale sağlar.

Yapay Zekânın Dezavantajları ve Potansiyel Tehditleri 

Teknoloji çağının en etkili araçlarından biri olan yapay zekâ, toplumun neredeyse her alanına dokunarak günlük yaşamımızda önemli bir yer edinmiştir. Bu geniş etkisi nedeniyle, birçok faydası bulunmakla birlikte, olası zararları da vardır. Yapay zekânın sunduğu fırsatlar kadar, potansiyel riskleri de bilimsel ve etik açıdan dikkatle ele alınmalıdır:

  • Etik ve Mahremiyet Sorunları:
    • Yapay zekâ sistemleri, büyük miktarda veri toplar ve bu verilerin kötüye kullanımı mahremiyet ihlallerine yol açabilir. Türkiye’de Kişisel Verileri Koruma Kanunu (KVKK), bu konuda düzenlemeler getirmiştir.
    • Yüz tanıma teknolojileri, otoriter rejimlerde bireylerin izlenmesi için kullanılabilir.
  • İş Gücü ve Otomasyon:
    • Yapay zekâ, rutin işleri otomatikleştirerek iş kayıplarına neden olabilir. Türkiye’de tekstil ve otomotiv gibi sektörlerde bu risk tartışılmaktadır. 
    • İşsizliğin Artmasına sebebiyet verebilir. Sektörde insan gücünün yerini alabilecek yeteneklere sahip olduğundan, otomasyonun artması işsizliği tetikleyebilir. Özellikle tekrarlayan görevleri içeren işlerde çalışan insanlar için bu durum büyük bir tehdit oluşturabilir.
    • Eğitim ve Beceri Gelişiminde Geri Kalmışlık verebilir. Hızla değişen iş dünyasında, eğitim sistemlerinin bu dönüşüme ayak uyduramaması, beceri gelişiminde geri kalmışlığa yol açabilir. Bu durum, iş gücünün güncel kalamamasına ve toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine neden olabilir. Öğrencilerin yapay zekâ yardımıyla eğitimlerini tamamlamaları sebebiyle yararcılıktan uzaklaşmaları iş hayatındaki rekabete ayak uydurmama sorunlarını doğurabilir.
    • Ancak yeni iş alanları (örneğin; veri bilimi) yaratması, bu kaybı dengeleyebilir.
  • Önyargı ve Adaletsizlik:
    • Yapay zekâ algoritmaları, eğitim verilerindeki önyargıları yansıtabilir. Örneğin; işe alım algoritmalarında cinsiyet veya etnik önyargılar tespit edilmiştir.
    • Türkiye’de bu konuda farkındalık artmakta, Boğaziçi Üniversitesi’nde etik yapay zekâ üzerine çalışmalar yapılmaktadır.
  • Güvenlik Riskleri:
    • Yapay zekâ tabanlı siber saldırılar, örneğin deepfake teknolojileri, ciddi tehditler oluşturur.
    • Türkiye’de TÜBİTAK BİLGEM, AI (Yapay zekâ) destekli siber güvenlik çözümleri geliştirmektedir.
    • Savaş Teknolojilerinin Gelişimini destekleyebilir. Yapay zekâ bir insan yönlendirmesi olmadan tek başına bir silah üretme gücüne sahip değildir. Ancak insan yönlendirilmesiyle daha hızlı, otonom ve ölümcül silahların geliştirilmesine olanak tanıyabilir. Bu, küresel güvenlik için ciddi bir tehdit olup, savaşların daha yıkıcı ve kontrol edilemez toplu sivil ölümlerine yol açabilir.
  • Kontrol ve Otonomi:
    • Otonom silahlar gibi yapay zekâ uygulamaları, etik ve güvenlik tartışmalarını beraberinde getirir. Türkiye, bu konuda uluslararası etik standartlara uyum sağlamaya çalışmaktadır.
    • Kontrol Edilemeyen yapay zekâ tehdidi vardır. Gelişmiş yapay zekâ sistemleri, insan kontrolünden çıkma riski taşıyabilir. Bu tür sistemler yanlış programlandığında veya beklenmedik şekilde davrandığında, ciddi sonuçlar doğurabilir ve toplumsal düzeni bozabilir. 
    • Sahte Bilgi ve Manipülasyon (Deepfake) verebilir. Sahte bilgi üretiminde ve manipülasyonda kullanılabilecek güçlü araçlar sunar. Özellikle deepfake (bir insanı yapay zekâ ile daha önce bulunmadığı bir video veya fotoğrafın içine dahil etme) teknolojisiyle oluşturulan sahte videolar ve sesler, toplumsal kaosa ve güvenin sarsılmasına neden olabilir.

Türkiye’de Yapay Zekâ Algısı ve Çalışmalar

Türkiye’de yapay zekâ, hem akademik hem de endüstriyel alanda hızla gelişmektedir. TÜBİTAK’ın Türkiye Yapay Zekâ Stratejisi (2021-2025), yapay zekânın eğitim, sağlık, savunma ve tarım gibi alanlarda kullanımını teşvik etmeyi amaçlar. Ancak halk arasında yapay zekâya dair bilgi eksikliği ve “robotların işlerimizi alacağı” korkusu yaygındır. Yerli kaynaklar, bu algının eğitim ve farkındalık kampanyalarıyla düzeltilebileceğini belirtir. ODTÜ ve İTÜ gibi üniversiteler, yapay zekâ tabanlı yenilikçi projeler geliştirirken, ASELSAN ve HAVELSAN gibi şirketler, savunma sanayinde yapay zekâ uygulamalarına öncülük eder. ASELSAN’ın otonom dron sistemleri, yapay zekânın pratik uygulamalarına bir örnektir.

Yapay zekâ, insanlık için hem büyük fırsatlar hem de ciddi riskler sunar. Sağlık, eğitim ve endüstride sağladığı avantajlar, yaşam kalitesini artırırken, etik, mahremiyet ve güvenlik gibi konularda dikkatli olunması gerekir. Türkiye, AI (Yapay zekâ) teknolojilerinde küresel rekabete katılmak için önemli adımlar atmaktadır, ancak etik standartlar ve eğitim yatırımları kritik öneme sahiptir. Bilimsel bir yaklaşımla, yapay zekânın faydaları en üst düzeye çıkarılabilir ve riskleri minimize edilebilir.

Kaynaklar:

  • TÜBİTAK. (2021). Türkiye Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi 2021-2025.
  • Halic.edu.tr, haberler, yapay zekanın zararları tehditleri ve faydaları nelerdir
  • Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü. (2023). Yapay Zekâ ve Etik, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
  • Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi. (2022). Sağlıkta Yapay Zekâ Uygulamaları, Hacettepe Tıp Dergisi.
  • ASELSAN. (2023). Otonom Sistemler ve Yapay Zekâ Teknolojileri.
  • Kişisel Verileri Koruma Kurumu (KVKK). (2023). Veri Güvenliği ve Yapay Zekâ.
  • ODTÜ Yapay Zekâ Araştırma Merkezi. (2022). Türkiye’de Yapay Zekâ Uygulamaları, ODTÜ Yayınları.
  • Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. (2023). Tarımda Yapay Zekâ Kullanımı
  • Turing, A. M. (1950). “Computing Machinery and Intelligence.” Mind, 59(236), 433–460.
Continue Reading

BİLİM VE TEKNOLOJİ

TELOMER – HÜCRELERİN ÖMRÜ, RUHUN SONSUZLUĞU 

Published

on

By

 

Neden yaşlanıyoruz? Ölüme giden bu yolu tersine çevirebilir miyiz? Yapılan bazı araştırma sonuçları, bu olayın çözümünün kromozomların ucunda olabileceğini göstermiştir. Telomerler, kromozomların uçlarında bulunan ve DNA’yı koruyan özel yapılar olarak tanımlanır. Hücre bölünmesi sırasında DNA’nın bütünlüğünü korumakla görevli olan telomerler, yaşlanma, hastalıklar ve genel sağlık üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bilimsel açıdan, telomerler hücresel yaşlanmanın temel belirleyicilerinden biri olarak kabul edilirken, spiritüel yaklaşımlarda ise yaşam enerjisi, uzun ömür ve ruhsal denge ile ilişkilendirilir. Bu makalede, telomerlerin biyolojik yapısını, tarihçesini, bilimsel önemini, sağlık üzerindeki etkilerini, spiritüel yorumlarını ve gelecekteki araştırma yönelimlerini detaylı bir şekilde ele alacağız.

Telomerlerin Tanımı ve Biyolojik Yapısı:

Kromozomların uçlarında bulunan, tekrarlayan DNA dizileri ve bunlarla ilişkili proteinlerden oluşan özel yapı olan, koruyucu kapaklardır.

Hücre bölünmesi sırasında genetik materyalin, kromozomların zarar görmesini ve genetik bilginin kaybını engelleyerek genetik stabilitenin korunmasına yardımcı olur. Hücresel yaşlanma sürecinde kritik bir rol oynar. Her hücre bölünmesinde telomerler kısalır ve bu, hücresel yaşlanmayı tetikleyebilir. Telomeraz enzimi, telomerlerin korunmasını sağlar, ancak bu enzim çoğu somatik hücrede aktif değildir. 

Telomer uzunluğu genetik ve çevresel faktörlerden etkilenir. Stres, kötü beslenme, sigara ve alkol telomerleri olumsuz etkilerken, sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve stres yönetimi telomer sağlığını destekler. 

İnsanlarda telomer dizileri, “TTAGGG” nükleotid dizisinin binlerce kez tekrarlanmasıyla oluşur. Telomerlerin temel işlevleri şunlardır: 

  • DNA Koruması: Telomerlerin en önemli görevi, kromozom uçlarını koruyucu bir kılıf gibi sararak hasara karşı dirençli hale getirmektir. Hücre bölünmesi sırasında, DNA’nın uç kısımlarında oluşabilecek kayıpları önleyerek genetik bilgiyi eksiksiz bir şekilde sonraki nesillere aktarır. Telomerler, kromozomların uçlarının birbirine yapışmasını ve hücresel fonksiyonların bozulmasını engeller. Bu sayede genetik kararlılık sağlanır ve kanser gibi hastalıkların oluşma riski azalır.
  • Hücre Bölünmesi: Telomerler, her hücre bölünmesi sırasında biraz daha kısalır. Bu mekanizma, hücrelerin belirli bir bölünme kapasitesine sahip olmasını sağlar ve Hayflick limiti olarak bilinen süreci düzenler. Telomerlerin kısalması, hücrenin yaşlandığını ve artık bölünmeyi durdurması gerektiğini gösteren bir işarettir. Telomeraz enzimi, bazı hücrelerde telomer kısalmasını önleyerek sınırsız bölünmeye olanak tanır. Bu durum özellikle kanser hücrelerinde kontrolsüz büyümenin temel nedenlerinden biridir.
  • Hücresel Yaşlanma: Telomer uzunluğu, bir hücrenin bölünme kapasitesini belirler; telomerler kısaldıkça hücre yaşlanır ve sonunda bölünmeyi durdurur (hücresel senesans). Telomer kısalması, hücre bölünmesi sırasında telomerlerin her seferinde biraz daha kısalmasıyla meydana gelir. Bu süreç, hücresel yaşlanmayı tetikleyen ve organizmanın yaşlanmasını hızlandıran doğal bir mekanizmadır. Telomer kısalması yalnızca yaşlanma belirtileriyle değil, aynı zamanda birçok kronik hastalığın ortaya çıkışıyla da ilişkilendirilmiştir.

Telomer Kısalmasının Etkileri:

Telomerlerin kısalması, hücrelerin sağlığını doğrudan etkiler ve yaşlanma sürecinin hızlanmasına yol açar. Kısalan telomerler, genetik dengenin bozulmasına ve organların yenilenme kapasitesinin azalmasına neden olur. Telomerlerin uzunluğu, telomeraz enzimi tarafından düzenlenir. Telomeraz, telomer uçlarına yeni nükleotid dizileri ekleyerek kısalmayı önler. Ancak, çoğu yetişkin somatik hücrede telomeraz aktivitesi düşüktür, bu da telomer kısalmasına ve yaşlanmaya yol açar. Telomer kısalması kanser, kalp hastalıkları ve nörolojik bozukluklarla ilişkilidir.

Telomer Kısalmasını Etkileyen Faktörler:

Telomer uzunluğu, sadece yaşla değil, çevresel faktörlerle de etkilenir. Sağlıksız alışkanlıklar ve stres gibi dış faktörler, telomerlerin daha hızlı kısalmasına neden olabilir.

Telomer kısalmasını etkileyen başlıca faktörler şunlardır:

  • Kronik stres, telomer kısalmasını hızlandırır.
  • Sigara ve alkol kullanımı telomerlere zarar verir.
  • Sağlıksız beslenme telomer kaybını artırır.
  • Fiziksel aktivite eksikliği telomer sağlığını bozar.

Telomer Kısalmasını Yavaşlatma: 

Telomer kısalmasını yavaşlatmak, yaşlanmayı geciktirmek ve genel sağlığı iyileştirmek için çeşitli yöntemler uygulanabilir. Telomer kısalmasını yavaşlatma yolları şunlardır:

  • Sağlıklı bir beslenme düzeni telomer sağlığını destekler: Özellikle meyve, sebze ve tam tahıllar tüketilmelidir.
  • Egzersiz, telomerlerin korunmasına yardımcı olur: Haftada birkaç gün fiziksel aktivite önemlidir.
  • Stres yönetimi, telomer kaybını yavaşlatır: Meditasyon, yoga ve nefes egzersizleri faydalı olabilir.
  • Sigara ve alkol kullanımından kaçınılmalıdır: Bu zararlı maddeler telomer hasarını hızlandırır.
  • Düzenli ve kaliteli uyku: Kaliteli uyku düzeni, hücresel yenilenme süreçlerini destekleyerek telomerlerin korunmasına yardımcı olur.

Telomerlerin Tarihçesi:

Telomerlerin keşfi ve anlaşılması, moleküler biyolojinin önemli dönüm noktalarından biridir: 

  • 1930’lar: Hermann J. Muller (Drosophila üzerinde) ve Barbara McClintock (mısır bitkisi üzerinde), kromozom uçlarının özel bir koruyucu rol oynadığını gözlemledi. Muller, bu yapılara “telomer” adını verdi (Yunanca “telos” = son, “meros” = parça). 
  • 1970’ler: James Watson, “uç replikasyon problemi”ni tanımladı; DNA polimerazın kromozom uçlarını tam olarak kopyalayamaması, telomerlerin önemini ortaya koydu. 
  • 1980’ler: Elizabeth Blackburn, Carol Greider ve Jack Szostak, telomeraz enzimini keşfetti ve telomerlerin hücresel yaşlanmadaki rolünü aydınlattı. Bu çalışma, 2009’da Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandı. 
  • 2000’ler ve sonrası: Telomer uzunluğunun yaşlanma, kanser ve kronik hastalıklarla ilişkisi üzerine geniş çaplı araştırmalar başladı. Telomer biyolojisi, biyoteknoloji ve yaşlanma karşıtı tedavilerin odak noktası haline geldi.

Bilimsel Açıdan Telomerlerin Önemi: 

Telomerler, hücresel ve organizmal düzeyde yaşlanmanın temel belirleyicilerinden biridir.  Telomer uzunluğu, hem genetik hem de çevresel faktörlerden etkilenir. Bu faktörler, telomerlerin kısalma hızını belirleyerek hücrelerin ömrü ve genel sağlık üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Genetik yapımız telomer uzunluğunu belirlerken, yaşam tarzı ve çevresel etkiler de bu süreci hızlandırabilir veya yavaşlatabilir. Başlıca bilimsel bulgular şunlardır:

  • Telomer Kısalması ve Yaşlanma: 
    • Her hücre bölünmesinde telomerler yaklaşık 50-200 baz çifti kısalır. 
    • Telomerler kritik bir kısalığa ulaştığında, hücre bölünmesi durur ve hücre ya senesansa girer ya da apoptoza (programlanmış hücre ölümü) yönelir. 
    • Telomer kısalması, yaşa bağlı hastalıklar (kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, demans) ile ilişkilendirilmiştir.
  • Telomeraz ve Kanser: 
    • Kanser hücrelerinin çoğu, telomeraz enzimini yüksek düzeyde ifade ederek telomer uzunluğunu korur ve sınırsız bölünme yeteneği kazanır. 
    • Telomeraz inhibitörleri, kanser tedavisinde potansiyel bir hedef olarak araştırılmaktadır.
  • Genetik ve Çevresel Faktörler: 
    • Genetik: Telomer uzunluğu kısmen kalıtsaldır, genetik miras tarafından belirlenir diyebiliriz.  Aileden alınan genetik özellikler, bir kişinin telomerlerinin başlangıç uzunluğunu ve kısalma hızını etkiler. Telomeraz enziminin aktivitesi de genetik faktörlerden etkilenir ve bu enzim, telomerlerin korunmasında önemli bir rol oynar. Bazı genetik varyasyonlar (örneğin, TERT ve TERC genleri) telomer uzunluğunu etkiler.  Genetik faktörler şu şekildedir:
      • Aileden alınan telomer uzunluğu.
      • Genetik olarak düşük telomeraz aktivitesi.
      • Telomer kısalmasına yatkınlık oluşturan genetik mutasyonlar.
    • Çevresel Faktörler: Çevresel faktörler, telomerlerin kısalmasında genetik faktörlerden daha büyük bir role sahip olabilir. Hareketsiz yaşam tarzı, kronik stres , kötü beslenme, sigara ve obezite telomer uzunluğunu doğrudan etkileyebilir. Telomer kısalmasını hızlandırabilir. Kronik hastalıklar ve inflamasyon telomer sağlığını olumsuz etkiler.
    • Olumlu Faktörler: Antioksidan bakımından zengin bir diyet telomerleri korur, düzenli egzersiz, meditasyon ve yeterli uyku, telomeraz aktivitesini artırabilir ve telomer kısalmasını yavaşlatabilir.
  • Telomer Uzunluğu Ölçümü: 
    • Kantitatif PCR, Southern blot ve FISH gibi yöntemlerle telomer uzunluğu ölçülebilir. 
    • Kan hücrelerindeki telomer uzunluğu, genel sağlık ve yaşlanma göstergesi olarak kullanılmaktadır.

Sağlık Üzerindeki Etkileri: 

Telomer uzunluğu, çok sayıda sağlık durumuyla ilişkilendirilmiştir: 

  • Kardiyovasküler Hastalıklar: Kısa telomerler, arteroskleroz ve kalp krizi riskini artırır. 
  • Nörodejeneratif Hastalıklar: Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklarla telomer kısalması arasında bağlantı bulunmuştur. 
  • Bağışıklık Sistemi: Telomer kısalması, bağışıklık hücrelerinin (örneğin, T-hücreleri) yaşlanmasına yol açarak enfeksiyonlara yatkınlığı artırır. 
  • Kanser: Telomeraz aktivitesinin artması, kanser hücrelerinin çoğalmasını desteklerken, normal hücrelerde telomeraz eksikliği yaşlanmayı hızlandırır.

Spiritüel ve Holistik Yaklaşımlar: 

Telomerler, sadece bilimsel bir konu olmanın ötesinde, spiritüel ve holistik sağlık çevrelerinde de ilgi çekmektedir. Spiritüel perspektiflerden telomerler, yaşam enerjisi (prana, chi) ve ruhsal denge ile ilişkilendirilir: 

  • Yaşam Süresi ve Enerji: Bazı spiritüel öğretiler, telomerlerin uzunluğunun kişinin yaşam enerjisi ve ruhsal uyumla bağlantılı olduğunu öne sürer. Meditasyon, yoga ve nefes çalışmaları gibi uygulamaların telomeraz aktivitesini artırdığına dair bilimsel kanıtlar, bu görüşü destekler. Örneğin, 2013’te yapılan bir çalışma, meditasyon yapan bireylerde telomeraz aktivitesinin arttığını göstermiştir (Ornish et al., Lancet Oncology). 
  • Stres ve Telomerler: Kronik stres, hem bilimsel hem de spiritüel açıdan telomer kısalmasını hızlandırır. Spiritüel yaklaşımlar, mindfulness ve doğayla bağlantı kurmanın telomer sağlığını desteklediğini savunur. 
  • Uzun Ömür ve Bilinç: Bazı spiritüel inanışlara göre, telomerler yalnızca fiziksel sağlığı değil, aynı zamanda bireyin yaşam amacını gerçekleştirme süresini de etkiler. Bu bağlamda, telomer sağlığı, ruhsal yolculuğun bir yansıması olarak görülür.

Telomer Sağlığını Destekleyen Yaşam Tarzı Faktörleri:

Bilimsel ve holistik yaklaşımlar, telomer sağlığını iyileştirmek için benzer öneriler sunar: 

  • Beslenme: Antioksidan açısından zengin gıdalar (örneğin, meyve, sebze, tam tahıllar), Omega-3 yağ asitleri ve Akdeniz diyeti telomer uzunluğunu destekler. 
  • Egzersiz: Haftada 150 dakika orta yoğunlukta aerobik egzersiz, telomeraz aktivitesini artırır. 
  • Stres Yönetimi: Meditasyon, yoga ve mindfulness, kortizol düzeylerini düşürerek telomer kısalmasını yavaşlatır. 
  • Uyku: Yetersiz uyku, telomer kısalmasını hızlandırır; 7-8 saat kaliteli uyku önerilir. 
  • Sigara ve Alkol: Her ikisi de telomer kısalmasını hızlandırır; bırakılması önerilir.

Güncel Bilimsel Bulgular ve Gelecek Yönelimler:

Telomer biyolojisi, hızla gelişen bir alandır: 

  • Telomeraz Aktivasyonu: TA-65 gibi telomeraz aktivatörleri, yaşlanma karşıtı tedavilerde araştırılmaktadır, ancak uzun vadeli güvenlik verileri eksiktir. 
  • Kanser Tedavileri: Telomeraz inhibitörleri, kanser hücrelerinin çoğalmasını durdurmak için umut vericidir. 
  • Biyobelirteçler: Telomer uzunluğu, bireysel sağlık risklerini değerlendirmede biyobelirteç olarak kullanılabilir. 
  • Gen Terapisi: Telomeraz genini hedefleyen terapiler, yaşlanmayı geciktirme potansiyeline sahiptir, ancak etik ve güvenlik sorunları tartışılmaktadır.

Telomerler, hücresel yaşlanmanın ve genel sağlığın temel belirleyicilerinden biridir. Bilimsel olarak, telomer kısalması yaşlanma ve hastalıklarla ilişkilendirilirken, telomeraz enzimi bu süreci düzenler. Spiritüel açıdan ise telomerler, yaşam enerjisi ve ruhsal denge ile bağdaştırılır. Sağlıklı yaşam tarzı seçimleri, hem bilimsel hem de holistik yaklaşımlarla telomer sağlığını destekleyebilir. Gelecekteki araştırmalar, telomer biyolojisinin yaşlanma karşıtı tedaviler ve hastalık önlemede nasıl kullanılabileceğini daha iyi aydınlatacaktır. Telomerler, yalnızca biyolojik bir yapı olmanın ötesinde, yaşamın sırrını çözme çabalarımızda bir köprü görevi görür.

Kaynaklar: 

  • Blackburn, E. H., & Greider, C. W. (2009). Nobel Ödülü Konuşması, Physiology or Medicine. 
  • Ornish, D., et al. (2013). “Effect of comprehensive lifestyle changes on telomerase activity and telomere length.” Lancet Oncology. 
  • Shay, J. W., & Wright, W. E. (2019). “Telomeres and telomerase in aging and cancer.” Nature Reviews Genetics.
Continue Reading

Trending